Bir zamanlar, insanların uğramaya çekindiği, gizemli ama büyülü bir orman varmış. Bu ormanın adı Fısıldayan Ağaçlar Ormanıymış. Çünkü burada yaşayan ağaçlar, rüzgâr estiğinde sadece yapraklarını hışırdatmakla kalmaz, aynı zamanda fısıltılarla konuşurlarmış.
Küçük bir köyde yaşayan Lina, meraklı ve cesur bir kızmış. Herkes ormana gitmekten korkarken, Lina geceleri penceresinden gelen ağaç fısıltılarını duyuyormuş. Bir gece, fısıltı çok net bir cümle söylemiş:
“Seni bekliyoruz Lina…”
Ertesi sabah Lina, yanına bir fener, defter ve annesinin ördüğü yün şalı alarak ormanın yolunu tutmuş. Ormanın kapısına geldiğinde ağaçlar hafifçe eğilmiş, ona yol açmış. Lina yürüdükçe, ağaç gövdeleri üzerindeki yosunlar şekil değiştirmiş, yüzler ve gözler belirmiş.
Bir ağacın içinden bir ses yükselmiş:
“Ben Gözcü Meşe. Bu ormanın sırlarını taşıyan ağacım. Ormanımızda huzursuzluk var. Fısıltılar karışık çünkü ‘Unutulmuş Ağaç’ uyanmadı.”
Lina, unutulmuş ağacı bulmak için ormanın derinliklerine yürümüş. Yol boyunca konuşan çiçekler, yol gösteren ateş böcekleri ve düşen yapraklara yazılmış şiirlerle karşılaşmış.
En sonunda büyük, gri ve çatlamış bir ağacın önüne gelmiş. Bu ağacın adı Zâmormuş. Yıllardır kimse onunla konuşmamış. Lina yaklaşıp ellerini gövdesine koymuş ve şöyle demiş:
“Seni dinlemeye geldim…”
Bir anda Zâmor’un kabukları parlamış. Ağacın çatlaklarından altın tozları dökülmüş. Diğer ağaçlar birer birer eğilmiş, orman aydınlanmış. Fısıltılar artık neşeliymiş.
Gözcü Meşe ona şöyle demiş:
“Sen ormanın kalbini duydun. Artık sen de bir ‘Doğa Dinleyicisi’sin.”
Lina ormandan döndüğünde kulağında hâlâ melodik fısıltılar varmış. O günden sonra her gece günlüğüne, ağaçların ona anlattıklarını yazmış.