Arkadaşlık Masalı: Gökyüzü Postacısı ve Üç Arkadaş

Bir varmış bir yokmuş… Denizin dalgalarla gülümsediği, rüzgârın iğde ağaçlarına sırlar fısıldadığı sakin bir kasabada, birbirinden ayrılmayan üç arkadaş yaşarmış: Elif, Arda ve Mina. Günleri oyunla, şarkıyla, merakla geçer; her akşamüstü gün batımını izlemek için tepenin başındaki eski yel değirmenine çıkarlarmış.

Bir gün, deniz kıyısında yürürlerken kumların arasında parlak, gümüş rengi bir tüy bulmuşlar. Tüy o kadar hafifmiş ki, avuçlarının içinde sanki rüzgârı tutuyorlarmış gibi hissediyorlarmış. Üzerinde minicik harflerle “Gökyüzü Postacısı’na” yazıyormuş.

“Gökyüzü Postacısı da kim?” diye sormuş Arda, merakla gözlerini kısarak.

“Belki de dilekleri gökyüzüne taşıyan biri,” demiş Mina. “Tüyü takip edelim; belki bir işarettir.”

Elif, tüyü göğsünün hizasında tutmuş. Tam o sırada hafif bir meltem esmiş ve tüy havada dönüp ışıldamaya başlamış. Tüy, gökyüzüne bir çizgi çekmiş gibi parlayarak eski yel değirmenine doğru uçmuş.

Üç arkadaş birbirlerine bakıp hızla tepeye koşmuşlar. Değirmenin gölgesinde, taşların arasında incecik bir kapı bulmuşlar. Kapının üstüne bir mektup zarfı oyulmuş, altında da şu sözler yazıyormuş:
Dileklerini taşıtmak isteyen, önce kalbini dinlemeyi öğrenir.

Elif kapıyı nazikçe itmeyi denemiş, kapı gıcırdayarak açılmış. İçeride tozlu ama sıcak bir oda, odanın ortasında da gökyüzü haritası gibi parıldayan bir masa varmış. Masanın üzerinde binlerce küçük tüy, mühürler ve mektuplar duruyormuş. Tam o anda odanın köşesinde bir ışık belirip genişlemiş ve Gökyüzü Postacısı ortaya çıkmış: Uzun mavi pelerinli, saçları bulut gibi kabarık, yüzünde hep sakin bir gülümseme olan yaşlı bir kadın.

“Hoş geldiniz çocuklar,” demiş. “Ben Gönül Rüzgârı. Gökyüzü Postacısı derler bana. İnsanların dileklerini, yüreğinin en temiz yerine yazdığı cümleleri yıldızlara taşırım. Ama son günlerde bir sorun var: Dilekler dağınık, cümleler kırık, kelimeler küskün.

“Nasıl yani?” demiş Mina. “Kelimeler neden küser?”

Gönül Rüzgârı iç çekmiş: “İnsanlar birbirini dinlemeyi unutursa, sözler de yolunu şaşırır. Dilekler başkasının kalbini incitirse, gökyüzü mektubu geri yollar. Bazen de dilekler yalnız kalır; paylaşılmayan sevinçler, saklanan üzüntüler… İşte o zaman ben de sizden yardım isterim.”

Arda yerinde duramamış: “Biz yardımcı olabiliriz! Ne yapmamız gerekiyor?”

Postacı, gümüş tüyü Elif’in elinden alıp masanın üzerine koymuş. Tüy, sanki deniz kıyısını gösteren bir harita gibi kıvranmış: “Üç durağa gideceksiniz: Sessiz Koy, Yankı Ormanı ve Renkli Çarşı. Her durakta, kaybolmuş birer dilek saklı. Onları bulup onarmalı, sonra birbirine bağlamalısınız. Ancak o zaman gökyüzü mektupları yine tek parça olur.”

Üç arkadaş başlarını sallayıp yola koyulmuşlar.

1) Sessiz Koy’da Unutulan Söz

Sessiz Koy’a vardıklarında dalgalar sahile şırıl şırıl vuruyor, martılar gökyüzünde beyaz çizgiler bırakıyordu. Koyun ortasında, mavi bir şişe kıyıya vurmuş. İçinde buruşuk bir kâğıt varmış.

Elif şişeyi açmış, kâğıdı dikkatle yaymış. Üstünde titrek harflerle yalnızca şu yazıyormuş:
Keşke özür dileyebilsem.

“Kimden? Neden?” diye fısıldamış Mina.

O anda rüzgâr hafifçe şişeyi yuvarlamış; şişe, civardaki taşların arasına tak diye çarpmış ve içinden küçük bir deniz kabuğu düşmüş. Kabuğun içine kulağını dayayan Arda, uzak bir çocuğun sesini duymuş: “Arkadaşıma bağırdım. Kırdım onu. Sözcükler boğazımda düğümlendi. Özür dileyemedim…”

Elif derin bir nefes almış: “Dilek bu; eksik olan şey cesaret.” Kâğıdın altına üçü birlikte bir cümle eklemişler:
Özür dilemek cesur olmaktır; kalbimden geleni söylemeye hazırım.

Kâğıt parlamış, şişeye geri girmiş. Martılar sevinçle çığlık atmış. İlk dilek tamamlanmış.

2) Yankı Ormanı’nda Kaybolan Gülüş

Yankı Ormanı’na girdiklerinde ağaçlar uzun boyunlarını göğe uzatıyor, rüzgâr yaprakların arasından “şşş” diye esiyormuş. Orman yolunda, kırmızı bir ip bulmuşlar. İpi takip edince geniş, güneşli bir açıklığa çıkmışlar. Açıklığın ortasında minik bir ayna duruyormuş. Aynanın üstünde bir not:
Gülüşümü kaybettim.

Mina aynaya bakmış ama yüzünü değil, bir sınıf dolusu çocuğu görmüş. Sınıfta bir kız çocuğu başını sıraya koymuş, diğer çocukların kahkahaları arasında sessizce ağlıyormuş. İpler, kızın sandalyesinin arkasından düğüm düğüm çıkıyor, havaya doğru uzanıyormuş; her düğüm bir kırgınlıkmış, her düğüm bir yanlış anlaşılma. Arda elini uzatmış, ilk düğümü çözmeye çalışmış ama ip daha da sıkılaşmış.

“Bu düğümler tek kişinin gücüyle çözülmez,” demiş Elif. “Hep birlikte yapalım.”
Üçü aynı anda ipi nazikçe tutup ‘Anlıyorum’, ‘Yanındayım’, ‘Birlikte başarırız’ sözlerini fısıldamışlar. Düğümler birer birer gevşemiş. Ayna, kızın yüzünü göstermiş; gözlerinde ışık, dudaklarında çekingen bir gülümseme belirmiş.

Mina aynanın kenarına bir cümle yazmış:
Gülüşler paylaşıldıkça büyür.

Ayna, sabah güneşi gibi parlamış ve kırmızı ip göğe doğru uçup ortadan kaybolmuş. İkinci dilek de tamamlanmış.

3) Renkli Çarşı’da Yanlış Yol

Üçüncü durak Renkli Çarşıymış. Burada tezgâhlar gökkuşağı renklerinde, sokak müzisyenleri neşeli melodiler çalıyor, hava kavun kabuğu ve tarçın kokuyormuş. Ama çarşının ortasında bir kargaşa varmış: Küçük bir çocuk, elindeki haritayla koşup durmuş; her sorduğu kişi başka yönü göstermiş.

“Yanlış yollardayım!” diye ağlamış çocuk. “Annemin yanına gidemiyorum.”

Arda hemen çocuğun yanına çömelmiş, göz hizasına inmiş: “Önce nefes alalım. Bir… iki… üç…”
Elif haritayı dikkatle incelemiş: “Oklar farklı yönleri gösteriyor çünkü harita başkasının yoluna göre çizilmiş. Senin yolunu bulalım.”
Mina, tezgâhlardan birinin sahibinden tebeşir istemiş, yola küçük işaretler çizmiş: kalp, yıldız, ok. “Kalbini dinle; hangisi içini rahatlatıyorsa onu takip et,” demiş.

Çocuk kalp işaretini takip edince bir sokak köşesinde bekleyen annesini görmüş. Koşup sarılmışlar. Annenin gözlerinden iki damla yaş düşmüş ama gülümsemesi güneş gibiymiş. Kadın, çocuklara teşekkür edip bir keseden üç küçük mühür çıkarmış: biri kalp, biri yıldız, biri ok.

“Bunlar Gökyüzü Postacısı’nın mühürleri,” demiş. “Bir zamanlar ben de yardım almıştım. Şimdi sırası sizde.”

Üç arkadaş mühürleri cebine koymuş. Üçüncü dilek de böylece onarılmış.

Dilekleri Birleştirmek

Gönül Rüzgârı’nın odasına döndüklerinde gece olmuş; yel değirmeninin kolları ayışığında ağır ağır dönüyormuş. Postacı, çocukları görünce gülümsemiş: “Döndünüz demek. Peki, dilekler ne öğrendi?”

Elif, Sessiz Koy’daki kâğıdı göstermiş: “Cesaret öğrendi.”
Mina, Yankı Ormanı’ndaki aynayı anlatmış: “Paylaşmanın ve anlamanın gücünü öğrendi.”
Arda, Renkli Çarşı’daki haritayı hatırlatmış: “Kendi yolunu bulmanın önemini öğrendi.”

Gönül Rüzgârı, masanın üzerine büyük bir mektup kâğıdı açmış. “Artık bu üç parçayı tek bir dilekte buluşturalım,” demiş ve çocuklara mühürleri uzatmış.

Üçü birlikte yazmışlar:
Dileğim: Cesaretle özür dileyebileyim, gülüşümü paylaşabileyim, kendi yolumu bulurken başkalarının kalbini de gözetebileyim.

Kâğıt titreyip ışıldamış. Gönül Rüzgârı onu dikkatle rulo yapmış, gümüş tüyle mühürlemiş. “Bu, gökyüzüne gönderilecek bir arkadaşlık mektubu. Çünkü en iyi dilekler, yalnızca kendini değil başkasını da düşünür.”

Tam o anda odanın duvarları sanki saydam olmuş. Gökyüzünde binlerce mektup kuş gibi süzülüyor, yıldızların arasına yerleşiyormuş. Bir mektup, bir yıldızın yanına gidip onun ışığını daha parlak yapıyor; bir başkası, bulutların arasına saklanan ay parçasını uyandırıyormuş.

“Peki ya biz?” diye sormuş Arda. “Bizim için bir mektup var mı?”

Gönül Rüzgârı gülümseyip üç küçük zarf uzatmış: “Sizin mektubunuz çoktan yazıldı. Onu her gün kalbinize koyuyorsunuz. Adı ‘Birlikteyken Daha Güçlüyüz’.”

Fırtınadaki Sınav

Ertesi gün kasabanın üzerine aniden bir fırtına çökmüş. Dalgalar yükselmiş, gökyüzü griye bürünmüş, rüzgâr yel değirmeninin kanatlarını hırçınca savurmuş. Kasaba halkı telaşla pencereleri kapatırken, deniz kıyısındaki balıkçı barınağından yardım çığlıkları duyulmuş: Küçük bir tekne ipini koparıp açığa sürükleniyormuş ve içinde iki çocuk varmış!

Elif, Arda ve Mina birbirlerinin ellerini sıkıca tutmuşlar. “Gökyüzü Postacısı’ndan öğrendiğimizi şimdi göstermeliyiz,” demiş Elif. “Cesaret, paylaşmak ve yol bulmak.”

Koşarak barınağa inmişler. Fırtına, sözleri savuruyor ama kararlılıklarını kıramıyormuş. Arda halatları kontrol etmiş, sağlam bir ip bulmuş. Mina, kıyıdaki fener direğine tırmanıp ipi geçirecek bir halka bulmuş. Elif kıyıda bekleyen balıkçılarla konuşup bir insan zinciri oluşturmalarını sağlamış.

“Üç… iki… bir!” diye bağırmış Elif. Hep birlikte ipi çekmişler. Dalga tekneyi tekrar kıyıya doğru itmiş. Çocuklar titreyerek ama sapasağlam kurtulmuş.

Kalabalık dağılırken gökyüzünün bir parçası yırtılıp mavi bir boşluk açılmış. O boşluğun içinden gümüş tüy süzülerek Elif’in avucuna düşmüş. Gönül Rüzgârı’nın sesi rüzgârla birlikte duyulmuş:
“Cesaretiniz dilekleri gerçek kıldı.”

Gülüşlerin Bayramı

Fırtına dindikten sonra kasabada büyük bir şenlik düzenlenmiş: Gülüşlerin Bayramı. Herkes, bir dilek kağıdına en içten cümlesini yazıp rüzgâr balonlarına bağlamış. Çocuklar ve büyükler birlikte dans etmiş; yankı ormanından getirilen kırmızı ipe, “Seni anlıyorum” yazılı minik kartlar asılmış. Renkli Çarşı’da, yabancıya yol tarif etmek bir oyuna dönmüş: “Kalbin nereye dönüyorsa, biz de oraya dönelim!”

Gecenin sonunda üç arkadaş yel değirmenine çıkmış. Gökyüzü berrak, yıldızlar pırıl pırıldı. Elif, gümüş tüyü parmaklarının ucunda döndürmüş: “Artık biliyorum,” demiş, “dilekler tek bir kişiye ait olabilir ama onları birlikte büyütürüz.”

Arda gülmüş: “Ve yolumuzu kaybedersek, önce birbirimize bakarız.”

Mina, yel değirmeninin taşına küçük bir cümle kazımış:
Birlikteyken daha güçlüyüz.

O günden sonra kasabada kavga çıktığında insanlar önce “Seni anlıyorum,” demeyi hatırlar olmuş. Çocuklar özür dilemekten utanmaz, gülüşlerini paylaşmaktan çekinmez olmuşlar. Ve geceleri, birileri dilek yazdığında, Gökyüzü Postacısı’nın zarfı yıldızların arasında hafifçe parıldarmış.

Masal bu ya, gökten üç elma düşmüş: Biri bu masalı okuyanlara, biri kalbini dinleyenlere, biri de masallarbahcesi.com’a. 🍎🍎🍎

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top