Cesur Civciv Cino ve Kayıp Işıltı

Güneşin altın sarısı ışıklarını yemyeşil çayırlara gönderdiği, tavukların “gıt gıt gıdak” diyerek neşeyle dolaştığı, kuzuların “mee mee” diye annelerini aradığı şirin bir çiftliğin tam ortasında, minicik bir civciv yaşardı. Bu civcivin adı Cino’ydu. Cino, kardeşlerinin en küçüğüydü. Tüyleri limon sarısı, gagası minicik bir portakal parçası gibiydi. Ama Cino’yu diğerlerinden ayıran bir şey vardı: O, her şeyden birazcık korkardı. Yüksek sesli bir traktör gürültüsünden, aniden kanat çırpan bir kelebekten, hatta kendi gölgesinden bile ürkerdi.

Annesi, Bilge Tavuk, Cino’nun bu halini sevgiyle karşılardı. Onu kanatlarının altına alır, yumuşacık tüyleriyle okşar ve her zaman aynı şeyi fısıldardı: “Unutma Cino’m, cesaret kanatlarının ne kadar büyük olduğuyla değil, kalbinin ne kadar sevgi dolu olduğuyla ölçülür.” Cino bu sözleri dinler ama yine de çiftliğin güvenli çitlerinin ötesindeki büyük, gizemli ormana bakmaktan korkardı.

Güneşli bir öğleden sonra, tüm civcivler annelerinin etrafında toplanmış, topraktaki en lezzetli solucanları bulma oyunu oynuyorlardı. Bilge Tavuk’un boynunda, çiftlik sahibinin ona hediye ettiği, mısır tanelerinden yapılmış parlak bir kolye vardı. Bu kolye sıradan bir kolye değildi. Güneşte pırıl pırıl parlar, gökkuşağının tüm renklerini etrafa saçardı. O, çiftliğin neşesi gibiydi.

Tam bu sırada, ormanın derinliklerinden sessiz adımlarla biri yaklaştı. Bu, kürkü kızıla çalan, gözleri kurnazlıkla parlayan Tilki idi. Tilki’nin karnı aç değildi, ama gözü parlak olan her şeydeydi. Çalıların arkasına saklanıp tavukları izlerken, Bilge Tavuk’un boynundaki kolyenin ışıltısı gözünü kamaştırdı. “İşte bu! Ormandaki en değerli hazine benim olmalı!” diye düşündü içinden.

Kimse ne olduğunu anlayamadan, Tilki bir anda ortaya atıldı. Hızlı bir hareketle Bilge Tavuk’un boynundaki mısır kolyeyi kaptığı gibi geldiği yöne, yani büyük ve karanlık ormana doğru koşarak gözden kayboldu.

Herkes donup kalmıştı. Tavuklar korkuyla gıdaklıyor, horoz öfkeyle ötüyordu ama kimse Tilki’nin peşinden gitmeye cesaret edemiyordu. Bilge Tavuk çok üzgündü. Kolyesi sadece bir süs eşyası değil, aynı zamanda güzel anılarının bir parçasıydı. Gözlerinden sessizce bir iki damla yaş süzüldü.

İşte o an, küçücük Cino’nun içinde bir şeyler değişti. Annesinin üzüntüsünü görmek, kalbindeki tüm korkuları alıp götürmüştü. Yerine daha önce hiç hissetmediği, sıcak ve güçlü bir duygu yerleşmişti: Sevgi ve kararlılık. Annesinin sözleri kulaklarında çınladı: “Cesaret, kalbinin ne kadar sevgi dolu olduğuyla ölçülür.”

Cino, minicik göğsünü kabarttı ve titrek ama kararlı bir sesle, “Ben kolyeyi geri getireceğim anne,” dedi.

Bilge Tavuk, oğlunun gözlerindeki o parıltıyı gördü. Bu korku değil, cesaretin parıltısıydı. Hem endişelendi hem de oğluyla gurur duydu. Onu kanadının altına alıp, “Yolun açık olsun cesur oğlum,” diye fısıldadı. “Unutma, en büyük güç akıldır. Kendine iyi bak.” Sonra ona yolculuğunda yemesi için en sevdiği, kıpkırmızı bir böğürtlen tanesi verdi.

Cino, daha önce hiç geçmediği çitin altındaki küçük bir aralıktan süzülerek kendini büyük ormanın girişinde buldu. Devasa ağaçlar gökyüzüne uzanıyor, tuhaf kuş sesleri etrafta yankılanıyordu. Bir an için kalbi yine korkuyla pır pır etti. Ama annesinin üzgün yüzünü hatırlayınca derin bir nefes aldı ve minik adımlarıyla ormanın patikasına daldı.

Biraz yürüdükten sonra, büyük bir meşe ağacının dallarında telaşla koşturan bir sincap ailesi gördü. Hepsi çok üzgün görünüyordu. Cino, “Merhaba, neden bu kadar telaşlısınız?” diye sordu.

En yaşlı sincap, “Ah, küçük civciv,” diye iç çekti. “Kurnaz Tilki geldi ve bütün kış için biriktirdiğimiz en güzel meşe palamutlarımızı çaldı. Onları parlak hazineler sanmış olmalı. Şimdi kışın ne yiyeceğimizi bilmiyoruz.”

Cino’nun kalbi sincaplar için de sızladı. “Çok üzüldüm,” dedi. “Ben de o Tilki’yi arıyorum. Annemin kolyesini çaldı. Eğer palamutlarınızı bulursam, size geri getireceğime söz veriyorum.” Sincaplar Cino’ya teşekkür ettiler ve ona Tilki’nin genellikle hangi yöne gittiğini gösterdiler.

Cino, sincapların gösterdiği yolda ilerlemeye devam etti. Orman gitgide daha da sessizleşiyordu. Derken, bir ağacın dalından bilge bir ses duydu: “Hu huuu! Bu ne telaş böyle, küçük yolcu?”

Cino başını kaldırdığında, kocaman, yuvarlak gözleriyle ona bakan bir baykuş gördü. Bu, ormanın en bilge kişisi olarak bilinen Bilge Baykuş’tu.

Cino başından geçen her şeyi bir bir anlattı: annesinin çalınan kolyesini, sincapların kaybolan palamutlarını ve Tilki’yi bulma kararını.

Bilge Baykuş onu dikkatle dinledi. “Hu hu, evet, o Kurnaz Tilki’yi tanırım,” dedi. “Aslında kötü kalpli değildir, sadece biraz açgözlü ve parlak şeylere karşı zaafı vardır. Onu güçle yenemezsin Cino, çünkü o senden çok daha büyük ve hızlı. Ama onu zekanla alt edebilirsin. Tilki’nin en sevdiği iki şey vardır: Biri, göz alıcı parlak nesneler; diğeri ise ağzını sulandıran, tatlı mı tatlı böğürtlenler.”

Bu sözler Cino’nun aklında bir ışık yaktı. Annesinin verdiği o tek böğürtlen tanesini ve Bilge Baykuş’un sözlerini düşündü. Aklına harika bir fikir gelmişti! Bilge Baykuş’a teşekkür edip, Tilki’nin ininin olduğu söylenen dere kenarına doğru yola koyuldu.

Dere kenarına vardığında, Tilki’nin inini hemen buldu. Tilki, inin içinde, çaldığı parlak kolyeye bakıyor ama bir yandan da sincaplardan aldığı palamutların neden altın gibi parlamadığına hayıflanıyordu.

Cino derin bir nefes aldı ve olabildiğince cesur bir sesle bağırdı: “Hey, Kurnaz Tilki! Dışarı gel, sana bir teklifim var!”

Tilki şaşkınlıkla başını inden dışarı uzattı. Karşısında minicik bir civciv görünce kahkahayı bastı. “Sen mi? Sen bana ne teklif edebilirsin ki, minik sarı top?”

Cino hiç bozuntuya vermedi. Gagasının ucunda tuttuğu, annesinin verdiği kıpkırmızı, sulu böğürtleni Tilki’ye gösterdi. Güneş ışığında parlayan böğürtlen o kadar lezzetli görünüyordu ki, Tilki’nin ağzı sulandı.

“Bu böğürtleni ister misin?” diye sordu Cino. “Hayatında yediğin en tatlı böğürtlen olabilir.”

Tilki gözlerini böğürtlene dikmişti. “Evet, evet isterim! Ver onu bana!”

Cino, “Dur bakalım,” dedi. “Sadece bu da değil. Sana bir avuç dolusu ‘orman mücevheri’ de vereceğim.” Cino, dere kenarından topladığı, suyun içinde parlayan pürüzsüz, yassı çakıl taşlarını gösterdi. Islak taşlar, güneşin altında elmas gibi parlıyordu.

Tilki’nin gözleri büyüdü. Hem lezzetli bir böğürtlen hem de bir sürü mücevher! Bu harika bir teklifti. “Peki karşılığında ne istiyorsun?” diye sordu sabırsızca.

Cino, “Çok basit,” dedi. “Bana o sıkıcı mısır kolyeyi ve işe yaramaz, kahverengi palamutları ver. Karşılığında bu eşsiz böğürtleni ve bir avuç dolusu parlayan mücevheri al.”

Açgözlü Tilki bir an bile düşünmedi. Onun için parlak taşlar ve lezzetli bir yiyecek, mat mısır tanelerinden ve sıkıcı palamutlardan çok daha değerliydi. Hemen mısır kolyeyi ve palamut çuvalını dışarı fırlattı. “Al senin olsun! Ver şimdi benim ödülümü!”

Cino hızla kolyeyi boynuna geçirdi ve palamut çuvalını kenara çekti. Sonra söz verdiği gibi böğürtleni ve parlak çakıl taşlarını Tilki’ye doğru yuvarladı.

Tilki, böğürtleni bir lokmada yuttu. “Mmm, gerçekten de çok lezzetliymiş!” dedi. Sonra heyecanla “mücevherlerine” atıldı. Ama taşları eline alınca, onların sadece ıslak çakıl taşları olduğunu anladı. Kandırılmıştı! Ama nedense hiç sinirlenmedi. Aksine, bu minicik civcivin zekası onu güldürdü. Kendi kendine, “Vay canına, bu küçük civciv benden bile kurnaz çıktı,” diye mırıldanıp inine geri döndü.

Cino zafer kazanmıştı! Hemen palamut çuvalını sırtlandığı gibi sincapların yanına koştu. Sincaplar, palamutlarını görünce sevinçten çılgına döndüler. Cino’ya defalarca teşekkür ettiler. Ona hediye olarak, en yumuşak ve en beyaz devedikeni tohumunu verdiler. “Bu sihirli bir tohumdur,” dediler. “Yastığının yanına koyarsan, sana en güzel rüyaları getirir.”

Cino, boynunda annesinin pırıl pırıl parlayan kolyesi, kalbinde yeni dostlarının sevgisi ve elinde rüya tohumuyla çiftliğe doğru gururla yürüdü.

Çiftliğe vardığında, onu gören herkes sevinç çığlıkları attı. Annesi Bilge Tavuk koşarak yanına geldi. Cino, kolyeyi annesinin boynuna geri taktı. Annesi ona öyle bir sarıldı ki, Cino dünyanın en mutlu ve en cesur civcivi olduğunu hissetti. Diğer tüm tavuklar ve civcivler, artık Cino’ya hayranlıkla bakıyorlardı. En küçük civciv, en büyük kahraman olmuştu.

O gece Cino, yumuşacık saman yatağına uzandığında, sincapların verdiği beyaz rüya tohumunu başucuna koydu. Gözlerini kapattığında, korkularını değil, çıktığı macerayı, kazandığı dostları ve annesinin gözlerindeki mutluluğu düşündü. Ve anladı ki, annesi haklıydı. Cesaret, gerçekten de kanatların büyüklüğünde değil, sevgi dolu bir kalpte saklıydı. Ve Cino’nun kalbi, bütün çiftliği, hatta bütün ormanı aydınlatacak kadar büyüktü.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top