Paylaşmayı Öğreten Altın Elma

Güneşin parlak olduğu bir sonbahar sabahı, köyün kenarındaki eski bahçede iki kardeş yaşarmış: Mira ve Ali. Bahçenin ortasında, herkesin hayranlıkla baktığı kocaman bir elma ağacı varmış. Efsaneye göre bu ağaç, yılda yalnızca bir kez altından parlayan bir elma verirmiş. O elmayı kim gönülden ve adilce paylaşırsa, köye bereket gelirmiş.

Mira sabırlı ve düşünceliymiş; Ali ise heyecanlı ve oyunbaz. Günlerce ağacın altına küçük bir tezgâh kurup sırayla nöbet tutmuşlar. Sonunda bir akşamüstü, yaprakların arasından, güneş batarken parlayan altın bir ışıltı süzülmüş. Bir elma, dalların arasından yavaşça aşağı sarkmış.

— İşte! diye sevinmiş Ali. İlk kim gördüyse onun olmalı!

Mira başını sallamış. — Efsaneyi hatırla: Paylaşmayı bilenin olur.

Elmayı dallanmış küçük bir sepetle nazikçe koparmışlar. Eve götürüp masanın üzerine koyduklarında, elmanın etrafına ince desenler yayılmış; sanki elma nefes alıp veriyormuş. Babaları gülümsemiş: — Bu elma gönüllerin aynasıdır. Hangi kalpte nasıl bir dert varsa ona göre ışık verir.

Ertesi gün çocuklar elmayı kiminle nasıl paylaşacaklarını düşünmüşler. Ali, “Oyuncaklarımı versem yeter mi?” diye sormuş. Mira, “Paylaşmak sadece eşya demek değil; zamanını, emeğini, sözünü de paylaşmak demek” demiş.

Köyde o gün bir telaş varmış. Yaşlı değirmenci rahatsızlanmış; un çuvalları taşınmamış, fırıncılar sabah ekmeği yapamamış. Mira ve Ali, altın elmayı bir bezin içine sarıp değirmene gitmişler. Değirmenci, “Evlatlarım, un çuvalları ağır, kim taşırsa ona dua edilirim” demiş.

Mira ile Ali kollarını sıvamış. Tüm gün boyunca çuvalları sırtta taşımış, değirmenin taşlarını temizlemişler. Güneş batarken altın elma bezin içinden sanki daha sıcak parlamış. Mira fısıldamış: — Demek ki doğru yoldayız.

Akşamüstü, köy meydanına geldiklerinde küçük bir kalabalık toplanmış. Herkes elmayı merak ediyormuş. Mira, “Bu elma paylaşmanın simgesi. Önce kimin ihtiyacı var, ona bakalım” demiş. Kalabalığın arasından yırtık paltolu küçük bir çocuk öne çıkmış. — Kardeşim hasta. Ilık bir çorba için sebzeye ihtiyacımız var.

Ali, elmayı ikiye bölmek için bıçağı eline almış. Ama elmanın içinden bir ses duymuşlar: “Beni kesmeden de paylaşabilirsiniz.” Herkes şaşırmış. Elma, altın ışığını genişletmiş ve meydandaki herkesin avucuna bir parıltı bırakmış. O parıltı, kimin kalbine değerse onu paylaşma isteği ile dolduruyormuş.

Fırıncı un çuvalı bağışlamış, manav sepet sepet sebze bırakmış, terzi küçük çocuğa yeni bir palto dikmiş. Mira ile Ali, elmayı kimseye sahiplenmeden, sadece paylaşmanın kıvılcımı yapmak için ortaya koymuşlar.

O gece, köyün üstünde gökyüzü hiç olmadığı kadar yıldızlıymış. Evlerin pencerelerinden ışıklar değil, kahkahalar taşmış. Değirmenci, “Bu çocuklar bereket getirdi” demiş. Babaları kardeşlere sarılmış: — Paylaşmak, elmayı ikiye bölmek değil; birlikte çoğaltmaktır.

Ertesi sabah, altın elma ağacında tekrar parıltı belirmiş. Normalde yılda bir kez parlayan elma, bu kez tekrar ışıldamış. Mira gülümsemiş: — Demek ki paylaştıkça çoğalıyor.

Köyde o günden sonra bir kural doğmuş: Kim neye sahipse, önce ihtiyacı olana danışır, sonra kendisine yeterini ayırırmış. Altın elma ise artık sadece bir meyve değil, bir söz olmuş: “Paylaştıkça çoğalır.”

Önerilen İllüstrasyon Notu: Köy meydanında parıldayan altın elma, etrafında Mira ve Ali, fırıncı, manav ve çocuk; avuçlarda küçük altın ışık kıvılcımları.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top